28 Mart 2011 Pazartesi

TV mi PC’den, PC mi TV’den çıkar?

Son zamanlarda TV uygulamaları diye yeni bir kavram dolaşmaya başladı. Önce Google TV ürününü gördük. Ardından Samsung gibi TV üreticileri Uygulama marketi destekli ürünlerini piyasaya süremeye başladı.
Anlaşılan önümüzdeki dönemlerde aynen Cep telefonlarında yaşadığımız uygulama indirme çılgınlığını TV’lere taşıyacağız gibi görünüyor. Ancak burada cep telefonu ile TV arasındaki önemli farkları anlamak ve ona göre uygulamaları konumlandırmak gerekiyor.
Öncelikle mevcut TV kullanımına bakarsak, PC veya cep telefonlarına göre TV’ler daha basit kullanımlı, ailecek izlenilen, genelde tek taraflı olan bir kullanım sunuyor. Cep telefonları ve PC’ler ise daha bireysel, daha interaktif. Bu aşamada, uzun yıllardır TV’yi sadece seyretmek için kullanan bir kitle var ve onlara dokunmak, ilgilerini çekmek gerekiyor. Bunun ne kadar zor olduğunu yıllar önce Digiturk’te interaktif kanalları geliştirirken yaşamıştık.
Ancak diğer yandan Internet ve Cep telefonları ile doğup büyüyen bir nesil de var ve onlara göre televizyon çok sıkıcı çünkü karşısına oturup sadece izliyorsunuz, herhangi bir şekilde sosyalleşme, müdahale etme şansı tanımıyor size. Bu nesil mesaj atmaya, okuduğu haberlere yorum yazmaya, beğendiği müziği, videoyu arkadaşları ile paylaşmaya, beğenmediği içeriği eleştirme o kadar alışmış ki aynı şeyi artık TV’den de bekliyorlar.
Dolayısıyla tüm bu verileri toparlarsak aslında şu sonuca ulaşıyoruz:
- TV’ler için artık uygulamalar geliştirmenin ve bu uygulamalar aracılığı ile servisler vermenin vakti çoktan geldi.
- Geliştirilecek uygulamalar TV mantığına uygun basit, hızlı, uzaktan seyretmeye yatkın, kumanda ile kolayca çalışabilecek, sosyalleşmeye imkan tanıyacak uygulamalar olmalı.
- Bu uygulamaları geliştirirken TV’nin bir cep telefonu veya PC olmadığını anlayıp, TV’yi PC’ye çevirmeyen daha yalın uygulamalara yönelmek gerekiyor.
Şu anda ben de dahil birçok kişi TV seyrederken aynı zamanda elinde bir notebook, tablet veya cep telefonu ile mesajlaşıyor, haberlere göz atıyor, facebook’a bakıyor, bilet alıyor, yemek sipariş veriyor, seyrettiği maç hakkında forumlara yorum yazıyor vs.
Bir sonra ki yazımda daha detay uygulama örneklerini sayacağım ancak burada en önemli şey TV ile eş zamanlı uygulamaların kullanılması. Bunun için ise içerik sağlayıcılar, yani kanallarla ortaklaşa bir çaba gerekiyor. Örneğin TV’de bir maç seyrederken eş zamanlı olarak maç istatistikleri, maçı izleyenlerin yorumlarını görmek ve yorum yazmak, bahis oynamak harika olur.
Kanal yayın akışları daha interaktif hale getirilebilir. Guide uygulaması ile seyredilen kanalın detay yayın akışı, programların detay bilgileri gerçek zamanlı alınıp ekranda gösterilebilir. Hatta başlayacak bir programı facebook, twitter gibi kanallardan paylaşabilir olmak gayet keyifli olur.
Evet aslında bunlar ve benzeri birçok uygulama yavaş yavaş TV’lerde yerlerini almaya başladı. Bir sonra ki yazım da biraz bunları inceleyip, biraz da beklentilerimi iletiyor olacağım.

Çoklu işlem modundayız

4 Ekim’de başlayan Bilişim Zirvesi 2010 etkinliğine katıldım. Önceki senelere göre katılımın daha yüksek olduğunu farkettim. Bunun en önemli sebebi sanırım etkinliğin Beylikdüzü’nde değil de Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde yani şehrin göbeğinde olması.
Etkinlikle ilgili Btnet.com.tr ‘de birçok haber ve video yayınlandı. Ben burada farklı bir konuyu incelemek istiyorum. Etkinliğin ilk gününde ana salonda birçok konuşma ve panel yapıldı. Ben de gün boyu bu panellere katıldım ve farklı yerlere oturarak hem sunumları izledim, hem de insanları inceledim. Bir ara çok ilginç bir manzara oluştu en arkada oturduğum için yukarıdan salonu görme şansım vardı ve salonda sanki konserdeymiş gibi nerdeyse her koltukta ışık saçan cihazlardan vardı, müziğe eşlik edercesine.
Şaka bir yana aslında o ışık saçan cihazlar cep telefonları ve notebook’lardı. Evet panelleri izleyenler bir yandan paneli dinlerken diğer yandan da epostalarını kontrol ediyor, mesaj yazıyor, haberlere göz atıyordu.
Aslında malesef günümüzün gerçeğinin birebir özeti karşımdaydı. Artık malesef kimse tek bir işe veya konuya odaklanmıyor veya odaklanamıyor. Konferans seyrederken epostalarımıza bakıyoruz, sohbet ederken cep telefonumuzu kurcalıyoruz, toplantı yaparken borsayı takim ediyoruz, televizyon seyrederken facebook’da dolaşıyoruz.
Yıllar önce çoklu işlem dendiğinde Microsoft’un çıkardı Windows işletim sistemi veya o zaman daha önce olan MAC’ler aklımıza gelirdi. Şimdi bizlerde aslında o durumdayız. Tek bir işle malesef ilgilenemiyoruz. Araba kullanırken telefonla konuşmak artık normal hale geldi. Ama malesef beynimiz daha evrimleşmedi. Aynı anda birçok iş yaparken aslında yüzeysel yapıyoruz. Dinlediğimizi sanıyoruz ama dinlemiyoruz, okuduğumuzu sanıyoruz ama anlamıyoruz, araba kullandığımız sanıyoruz ama aslında trafik terörü estiriyoruz.
Artık insan beyninin de “Dual Core” olma vakti geldi sanırım.

Teknolojiye doğanlar

Ben belki yaş olarak daha öncesine yetiştim ama günümüzde 30 yaş civarında olanlar Televizyon olmayan bir dünya bilmiyorlar, hayal bile edemiyorlar, Televizyon olmadan ne yapılır düşünemiyorlar. Teknolojinin gelişme hızından dolayı artık nesiller arasındaki fark da büyümeye başladı.
Ben, gerçek anlam ilk PC’ye sahip olmak için Üniversiteye başlamayı bekledim. Internet falan daha ortada yok tabiki.
İki tane kızım var biri 10, diğeri 7 yaşında. Onlar için Internet, notebook, media player’lar, mp3 çalarlar çok normal. Araba giderken film izlemek hayatın bir parçası. Wii ile sadece bir sopayı sallamakla oyun oynayabiliyorlar. Televizyonda sevdikleri bir çizgi film varsa ve yatma saatleri geldiyse bir düğmeye basıp kayıt edebiliyorlar. Ödevlerini, Internet’ten araştırıp yapıyorlar.
Tüm bunlar, onlar için çok normal şeyler, su içmek, yemek yemek gibi. Tüm bu teknolojik oyuncaklar onlar için keşfedilecek şeyler değil, hobi değil, hayatın bir parçası. Okuma yazma öğrenmekten farkı yok.
İşte aslında yeni medya dediğimiz, yıllarca üzerinde çalışıp insanlara anlatmaya, öğretmeye çabaladığımız tüm bu gelişmeleri sonuna kadar kullanacak olanlar bu gelen nesil. Bizler, bu gelişmelere adapte olmaya çalıştık, öğrenmeye çabaladık. Bu tip cihazları kullananları teknoloji meraklısı diye adlandırdık. Ancak artık bu gelen nesil bunu öğrenmek için çabalamıyor, teknolojinin göbeğine doğuyor.
Bu nesil büyüdükçe ve artık gerçek bireyler haline gelince mevcut klasik eğlence ve bilişim anlayışı da istesek de istemesek de radikal bir şekilde değişecek. Değişmeye başladı zaten.
Bizler dergileri elimize alıp önce bir sayfalarının kokusunu içimize çekip okumaktan zevk alıyoruz, çünkü böyle gördük. Bizler, Ipad gibi cihazlarda dergi okumaya alışmaya uğraşıyoruz, ancak Ipad olan bir dünyaya doğan bu yeni nesil dergi’nin zaten bu tip cihazlardan okunduğunu bilecekler.
Tüm bu değişim iyi mi yoksa kötü mü bunu zaman gösterecek...

İspat

Sosyal Medya’da paylaşımların çoğunun altında insanların birşeyi ispat etme isteği yatıyor diye düşünüyorum. Şöyle bir etrafınıza baktığınızda paylaşılan binlerce resimden, lokasyon bilgisinden, yazılardan, arkadaş listelerinden, beğenilerden geçilmiyor.
Resimleri paylaşıyoruz çünkü resimlerdeki aktiviteleri yaptığımız ispat etmek istiyoruz. Ben şuradaydım, şu kişiyle beraberdim, şuna bindim, şunu giydim.
Lokasyon bilgilerini paylaşıyoruz çünkü gittiğimiz yeri, yediğimiz yemeği, eğlendiğimiz ortamı ispat etmek zorundayız. Ben bunları yaptım, buralara gittim.
Arkadaş listelerimiz önemli çünkü kimlerle arkadaş olduğumuz ispat etmek istiyoruz. Kimlerler görüşüyoruz, ne kadar samimiyiz, ne kadar çok kişiyi tanıyoruz birbirimize ispat etmeliyiz.
Bloglarda yazılarımızı paylaşıyoruz çünkü ne kadar çok şey bildiğimizi, nelerden hoşlandığımızı, neleri dinlediğimiz, neleri yediğimizi ispat etmek önemli bizim için.
Eskiden tüm bunları anlatmak, kanıtlamak için inanılmaz çabalar sarfedenler artık sosyal medya sayesinde anlatmak zorunda kalmadan bile neler yaptığını, neler yediğini, nerelere gittiğini diğerlerine delilleri ile ispat ediyor.

23 Eylül 2010 Perşembe

Kısalan Süreler

İçeriğin tüketici alışkanlıklarına uyum sağlaması şart.

Internet medyası, ilerde filmlerin, dizilerin ve diğer programların bugünden çok daha kısa olmasının temellerini bugünden atmaya başladı. Ülkemizde en azından TV alanında tam tersi işliyor olsa bile, özellikle sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar sayesinde artık saatlerce bir programı izlemek yerine insanlar önemli kısımlarını kısa klipler halinde izlemeyi tercih ediyorlar.
Halen reklam alma kaygısıyla bir dizinin üç saat sürdüğü ülkemizde bu belki biraz garip gelebilir. Ancak yıllar önce tek kanallı dönemlerde veya internet benzeri farklı mecralar olmadığı zamanlarda, boş vakitlerini geçirmek için izleyiciler TV karşısına geçip yatana kadar ne varsa izliyorlardı. Kitap okuma alışkanlıklarının olmaması, farklı hobilere yönelmek gibi bir çaba da sarfedilmemesi sonucunda yıllardır saatlerce tek taraflı bir izlemeye maruz kalındı.
Günümüzde internetin gelişmesi ve bağlantı hızlarının artması sonucu artık video içeriklerine erişim çok kolay hale geldi. Tabi günümüz insan profili artık bir konuya uzun süre konsantre olamıyor, aynı anda birçok şeyi yapmayı seviyor ve yalnız kalmak yerine paylaşmaktan hoşlanıyor. Bunun sonucu olarak saatler süren programları seyretmek yerine en önemli anlarını takip ediyor, arkadaşları ile paylaşıyor, kısa hazırlanmış içeriklere yöneliyor.
YouTube'un da buna etkisi büyük diye düşünüyorum. Özellikle kapasite sorunu yaşamamak için YouTube içeriklerin 5 dakika, 10 dakika gibi sürelerle sunulmasına izin vermiş, böylece insanların bu süreye sığmasını sağlamıştır. Bu da tabi ki yeni bir alışkanlığa yol açmıştır. Zamanında sayfalarca mektup yazan insanlar nasıl ki 160 karaktere sığarak SMS ile derdini anlatmaya başlamış ise, 10 dakikalık bir video izleyerek de alması gereken mesajı almayı öğrenmiştir.
Artık akşam programı biraz TV, biraz Facebook ve paylaşılan videolara göz gezdirme, biraz Tweeter'da mesaj okuyup yorum yazmak, biraz müzik dinlemek, biraz mesaj yazmak gibi küçük dilimlere ayrılıyor.
Sanırım yapımcıların da bunu dikkate alarak içerik hazırlaması gerekiyor.