20 Ocak 2010 Çarşamba

Şimdi moda 3D


Avatar filmi ilk çıktığında filmin konusunda çok 3 Boyutlu olması ön plana çıktı. Etrafımızda birçok kişinin Avatar’ın 3 Boyutlu olmasından çok etkilendiğini gördük. Hatta çoğunluk hayatında ilk defa 3 Boyutlu filme gidiyordu. Hatta gittiğim sinema salonunda bile film başlayınca insanlarda şaşırma tepkileri sıkça duydum.
Aslında 10 yaş altı çocuğu olan bizler için bu çok da yeni bir teknoloji değil. Neredeyse son zamanlarda çekilen tüm animasyon filmler 3 Boyutlu olarak hazırlanıyor. Hatta çocuklaı eğlendirmek için üzerinize köfteler yağıyor, köpek balıkları burunlarını uzatıyor, aslanlar üzerinize atlıyor.
3 Boyutlu film konusunda kişisel olarak en çok etkilendiğim ise U23D oldu. U2 konserini muhtemelen stadyumdakilerden daha detaylı, daha yakın ve daha etkileyici olarak izledik. İnanılmaz bir deneyimdi Bono’nun mikrofonu salona doğru uzatması.
Bundan önce sinema ile ilgili yazdığım yazıda da belirtmiştim. Sinema insanları salonlara çekmek için her türlü teknolojik nimetlerden yararlanıyor. Ancak TV üreticileri de boş boş oturmuyor. Daha LED TV’ler yeni yeni yaygınlaşmaya başlamışken gözlük takmadan evimizdeki salonumuzda 3 Boyut deneyimini yaşamamızı sağlayacak teknolojileri duymaya başladık.
Geçtiğimiz haftalarda bu konuda iki önemli gelişme yaşandı. Amerika’nın en önemli spor kanalı ESPN ve Belgesel kanalı Discovery Channel, 2010 içerisinde 3 Boyutlu kanallarının yayınına başlayacaklarını duyurdular. ESPN, 3D kanalının lansmanını da 11 Haziran’daki Dünya Kupası maçları ile yapmayı planlıyor. Futbol maçlarını 3 Boyutlu seyretmek gerçekten çok önemli bir izleyici deneyimini sunacak gibi gözüküyor.
Discovery Channel ise Sony ve IMAX ile işbirliğine gitti. Çıkacak kanalın içeriğini halen açıklanmadı ancak 24 saat 3D yayın yapacağı söyleniyor.
Eğlence teknolojilerinde yeniliklerin sonu yok gibi gözüküyor. 2010 yılının en önemli gündemlerinden biri muhtemelen 3D teknolojileri olacak. Özellikle sinema salonlarında büyüklere yönelik de birçok 3 Boyutlu filme rastlayacağız gibi duruyor. TV tarafında ise ESPN ve Discovery kanallarının başarıları diğer ülkelerdeki kanal sahipleri için de önemli bir referans olacak gibi gözüküyor.
Digiturk bu kadar yüksek rakamları harcadıktan sonra belki de daha fazla abone çekmek için Ligtv 3D kanalının lansmanını yapar. Neden olmasın....

Futbol teknolojiye soğuk


Teknoloji hayatımızın her alanına artık ayrışamayacak kadar girmiş durumdayken, hayatımızın bir diğer öneml i unsuru olan futbol da teknolojiden mümkün olduğunca uzak duruyor.
Teknoloji birçok spor dalında ciddi ilerlemeler sağlamışken, futbol bundan yetmiş sene önce nasılsa hala aynı şekilde. Tabi burada yayın teknolojilerini ayırmak gerekiyor. Günümüzde HD yayın kalitesi ve gelişmiş kameralar sayesinde evimizde oturup maçları sahanın içindeymiş gibi keyifle seyredebiliyoruz. Tekrarları superslowmotion kameralarla en net şekilde inceleyip karar verebiliyoruz, özel yazılımlarla ofsayt çizgileri görebiliyor, topun çizgiyi geçip geçmediğine karar verebiliyoruz.
Ancak baktığımızda saha içinde oynanan futbol tamamen teknolojiden arınmış durumda. Hakemlere kulaklık verilmesi, kollarına alıcı takılması gibi sembolik yenilikler yapılsada hala kararlar bir kişinin anlık insiyatifine bırakılmış durumda.
Diğer spor dallarına bakınca birçok leri teknoloji uygulamaları ve ürünleri yoğun olarak kullanılıyor. Tenisi ele alalım, maç sırasında topun içeride mi dışarı da mı olduğu 3 boyutlu bilgisayar modellemeleri hakem tarafından incelenerek karar veriliyor. Basketbol, detaylı istatistik ve analizlerle sporcuların tüm performansının izlenmesini sağlıyor. Formula1, zaten baştan aşağıya teknoloji ile iç içe.
Futbol açısından bakacak olursak aslında yapılacak birçok teknolojik çalışma sayesinde daha akıcı, daha tutarlı ve daha adil bir mücadele elde etmek mümkün. Futbol topuna konulacak alıcılar, kale direklerine yerleştirilecek mini kameralar, maçlarının eş zamanlı 3 boyutlu olarak bilgisayarda simüle edilmesi gibi birçok şey yapılabilir. Bu sayede hakem kararlarında ki hata payı minimum hale getirilebilir.
Tüm bunlar yapılabilir ancak acaba bunu istiyor muyuz? Biz futbol seyircileri hangisini tercih ederiz? Sanırım futbol seyircisi zaten futbolun bu sadeliğini, teknolojiden uzak insani yönünü seviyor. Hatta hayatımızın her yerine işlemiş bu gelişmelerden kopmamızı, sadeliği yaşamamızı sağlıyor. Sahada 22 kişi üzerlerinde herhangi bir elektronik malzeme olmadan tamamen kendi fiziksel eforları ile koşturup duruyorlar.
Sanırım ben de bunu seviyorum. FIFA’ya futbolun içerisine mümkün oldukça az teknoloji soktuğu için teşekkür ederiz.

Sinema Dokuz Canlıdır

Herhalde hayatımız boyunca en çok duyduğumuz yorumlardan biri sinema salonlarının ömrünü doldurduğudur. Ben çocukken de bunu duyardık, aradan otuz küsür sene geçte hala bunu duyuyoruz. Peki izleyiciler sinema salonunda film seyretmeyi bıratılar mı?
Yıllar önce sadece sinema salonları vardı. Önemli maçlar bile buralarda yayınlanırdı. Sonra televizyon çıktı ve herkes sinemaların kapanacağını, artık herkesin evinde film seyredeceğini düşünmeye başladı. Sonuç televizyonlar siyah beyaz yayın yaparken sinemalarda renkli film izlenmeye başlandı ve tekrar salonlar doldu.
Aradan yıllar geçti televizyonlar renklendi ve hemen ardından video kasetler çıktı, tabi yine sinema salonlarının zarar edeceği düşünülmeye başladı. Ardından dolby ses kalitesi geldi ve salonlar yine kaliteli ses sistemleri ile film seyretmek isteyenlerce doldu.
Ardından ev sinema sistemleri, 5.1 ses düzenekleri, devasa LCD ekranlar yaygınlaşmaya başladı ama sinemanın buna cevabı yine sert oldu ve 3D, IMAX vs. gibi üç boyut teknolojileri yaygınlaşmaya başladı. Son zamanlarda özellikle dikkatimi çekiyor neredeyse animasyon filmlerin tamamı ve birçok aksiyon filmi üç boyutlu olarak yayınlanmaya başladı.
Takip ettiğim kadarıyla sinema salonları yine izleyici kaybetmeden hayatlarını devam ettiriyorlar. Bundan sonrası için şöyle bir tahmin yürütmek de mümkün.
- Yakın zamanda evimizde de 3 boyutlu filmler seyretmeye başlayacağız.
- Sinema salonları buna yeni bir teknoloji ile cevap verecek.
Peki bu yeni teknoloji ne olabilir? Aslında şu anda eğlence parklarında gördüğümüz teknolojilerin tüm sinema salonlarına yansımasını görebiliriz. Örneğin film seyrederken koltukların filmdeki aksiyona göre sallanması veya hareket etmesi, filmdeki ortamlara uygun kokuların salona püskürtülmesi (savaş sahnesinde barut kokuları, deniz sahnelerinde İyot kokusu gibi), hatta hava üflenmesi, hafif su sıçratılması çok uzak değil diye düşünüyorum.
Sonuç olarak sinema dokuz canlıdır, müşteriyi kendisine çekmeyi yine başaracaktır.

Evden canlı konser izleme vakti


Web son yıllarda evrim geçirerek görsel bir mecra haline dönüştü. Video içerikleri yoğun olarak paylaşılmaya başladı. Youtube’da dakikada 20 saatlik içerik yükleniyormuş. Bu gelişmeler karşısında canlı içeriğin de Web’e kayması kaçınılmaz.
Öncelikle hangi canlı içeriklerin izleyiciler için önemli olduğuna bakmak lazım. Spor karşılaşmaları ve konserler canlı izlendiğinde izleyicinin daha çok ilgisini çekecektir. Spor karşılaşmalarını ayrı bir yazı konusu yapacağım, bugün burada konserlerden bahsetmek istiyorum.
Son zamanlarda, yurtdışında Internet üzerinden canlı konser yayınına ciddi bir ilgi oluşmaya başladı. Örneğin Youtube, geçtiğimiz haftalarda ilk canlı konser yayınını U2’nun Pasadena Rose’daki konserinin tamamını yayınlayarak yaptı. Konser alanında bulunan 100.000 kişiye ilave olarak Internet üzerinden 10 Milyon kişinin izlediği konser Youtube tarihinin en büyük etkinliği olmuş.
İlk online konser 1996 yılında yapılan Tibete Özgürlük konseriydi ve toplam 30.000 kişi seyretmişti ve MySpace üzerinden yayınlanmıştı. Tabi o zamanlar çok erken bir etkinlik olarak kısıtlı sayıda bir izleyici yakalamıştı. Ancak Youtube örneğinde olduğu gibi artık canlı konser yayını için izleyici beklentisi ve teknolojik gelişmeler uygun koşulları sağlamış durumda.
Ancak bu, tüm konserleri online olarak izleyeceğiz anlamına malesef gelmiyor. Teknoloji ve kullanıcı açısından herşey hazır olmasına rağmen en büyük sıkıntı telif hakları. Konser anlaşmaları online yayını kapsamıyor ve kapsaması istendiğinde organizatörlerin ciddi emek harcaması gerekiyor. Her teknolojik gelişmede olduğu gibi talepler arttıkça telif hakları tarafında da yeni düzenlemeler oluşacaktır.
Önümüzdeki dönemde Youtube, U2 benzeri konserleri online yayınlama planları yaparken, Billboard’da Billboard Live üzerinden Microsoft Silverlight teknolojisi ile canlı konserlere yer verme hazırlığında.
Canlı bir yayını izlemenin en önemli yanlarından biri etkileşimli servislerin kullanımı gibi gözükmekte. Sonuç olarak konser alanında bulunanlar kadar olayın içine girmek online izleyicilerin de hoşuna gidecektir. Örnek olarak konser esnasında online izleyicilerin mesajları dev ekranlarda gösterilebilecek, konserdeki grup ile ilgili hazırlanmış kişisel videolar aralarda yine ekranlardan paylaşılabilecek, hatta canlı oylamalarla online izleyicilerden gelen istek şarkısı çalınabilecek. Tabi en önemlisi online olarak konseri izleyen kişi istediği kamera açısını seçerek kendi rejisini kurgulayabilecek.
Ülkemizde de bu akımın yakın zaman da başlayacağını umut ediyorum. Özellikle konser veya festival sponsorları için daha geniş kitlelere ulaşma fırsatı sağlayacak canlı konser yayını, hem konsere gidemeyenleri sevindirecek, hem de reklam vereni.

Ben uzaylı mıyım?

Birkaç hafta önce belediye otobüsüne binme fırsatım oldu. Ben de trafiğin yoğun olacağını ve yolculuğun uzun süreceğini düşünerek yanıma film izleyebileceğim taşınabilir multimedia cihazımı aldım. Uzun yolculuklarda veya şehiriçi seyahatlerimde genelde müzik dinlemeyi tercih ettiğim halde bu sefer film izlemenin ilginç olabileceğini düşündüm.
Sonuç olarak otobüse bindim, ilk durakta binmenin getirdiği ayrıcalıkla rahat bir yere oturdum ve kulaklığımı takarak filmimi seyretmeye başladım. Müzik dinleyen veya kitap okuyan insanlara gösterilmeyen ilgi ve alaka bana gösterildi ve bir sürü şaşkın bakışın altında film izlemeye devam ettim.
Gençler olmasa da belli yaşın üstü yolculara çok garip gelmişti, hatta yanıma oturan 50 yaşlarında bir “amca” kulağımda kulaklık olduğu halde birşeyler sormaya başladı, tabi filmi durdurup kulaklığı çıkarttım ve sorusunu tekrar aldım. Merakla bunun TV yayını olup olmadığını, midemin bulanıp bulanmadığını sordu. Nazikçe cevaplayıp tekrar filme döndüm.
Sonuç olarak yolun nasıl geçtiğini anlamadan hatta sonuna yaklaştığım için trafiğin açılmaması için dua ederek gideceğim yere vardım. Sanırım otobüsteki birçok kişi için ilginç bir görüntüydü.
Bu anımı paylaşmamın sebebi aslında biz buralarda yeni medya, teknoloji diye yazığ çiziyoruz, iş hayatımızda birçok değişik projeyi hayata geçiriyoruz ama acaba çok dar bir çevreye mi hitap ediyoruz? Mesleğimden dolayı bana NASA’da çalışan bir Astronot gözü ile bakan akrabalar, komşular, otobüste film izleyen birine uzaylı muamelesi yapanlar bu ürettiklerimizi nasıl kullanacak?
Aslında bu kadar karamsar olmamak lazım. Nüfusun genç olması, teknolojiyi farkı amaçlar için kullanıyor olsak da yeniliklere çok hızlı adapte olan bir toplumuz. Başta garip gelen şeyler çok kısa zaman sonra hayatın bir parçası olmaya başlıyor. Hatta o teknolojiyi alıp kendimize adapte ediyoruz.
Bir anıyla başladım başka bir anıyla bitireyim. Geçen sene ofisimizi taşırken klima montajı için gelen usta ne iş yaptığımızı sordu. Elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık. Ağzımızdan cepten televizyon izleme lafını alır almaz elindeki telefonu bize gösterdi. İsviçre çakısı gibi bir telefona benzeyen bu alet sahip olduğu onlarca özelliğin yanında dahili bir anten ile normal tv yayınlarını da alabiliyordu. Açtı telefonu bir güzel bize izletti. Sonra dönüp duvarın yanlış yerini delmesine rağmen bu usta aklımızda Mobil TV’si ile kaldı. Hem de 3G’den bir sene önce.