29 Temmuz 2009 Çarşamba

3G Evrim Geçirdi

Vodafone, Avea ve Turkcell’in 3G lansmanlarını seyrettikten sonra aslında 3G’nin bundan 5-6 yıl önceki söylemleri ile şimdikilerin ne kadar değiştiğini gördüm.
3G ilk duyulduğunda herkesin üzerinde durduğu servisler görüntülü konuşma, mobil tv gibi servislerdi. Herkes konuşurken karşımdakini göreceğim, cebimden televizyon seyredeceğim beklentisi içerisindeydi.
Ancak son yıllarda Internet’in artık yemek, su gibi hayatımızın bir parçası haline gelmesiyle birlikte 3G aslında evrim geçirdi. Hem operatörler, hem teknoloji ile yakından ilgilenenler aslında müşterilerin ihtiyaçlarının birbirlerini görerek konuşmak veya cep telefonunda televizyon seyretmek olmadığını anladılar. Asıl ihtiyaç mobil internet.
3G’nin ülkemize geç gelmesinin belki de tek faydası bu oldu. Yurtdışı tecrübeler, kullanım alışkanlıkları vs. sonucu bizim lansmanlar daha ayakları yere basar oldu. Tabi hala sokaktaki tüketici ve medya bu tip ilginç servisleri konuşuyor ama yeni çıkan bir ürünün haber değeri olması ve konuşulması için de bu gerekiyor.
Tüm dünyada 3G, mobil Internet olarak kullanılıyor ve ülkemizde de asıl kullanım alanı burada oluşacaktır. Operatörler 3G servisleri çıkarmaya çalışsalar da bunlar lansman ürünü olarak kalacak gibi gözüküyor.
Sonuç olarak 3G lansmanında operatörler doğru konumlandırma yaparak en azından yurtdışındaki eğilimleri iyi incelediklerini gösterdiler.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Neden bedava?

Bundan iki önceki yazımı bir soruyla bitirmiştim. Internet’te her şey bedava, peki neden? Neden şahıslar veya firmalar birçok içeriği, bilgiyi veya hizmeti bedava veriyorlar?
Bunun birkaç sebebi olabilir. Firmaların bedava vermesinin ana sebebi aslında anlaşılabilir, sonuçta markasını güçlendirmek, buradan müşteri kazanıp normal mecralardan satışlarını artıracak alışkanlıkları yaratmak vs.
Asıl yazımızın konusu olan şahıslara baktığımızda ilginç bir durum ile karşı karşıyayız. Yüzlerce blog üzerinden insanlar bilgilerini, tecrübelerini ve daha birçok değerli içeriği herkesle bedava paylaşıyor. Yemek tarifleri yayınlıyor, gezi yazılarına yer veriyor, teknolojik incelemeler yapıp ürünler ile ilgili raporlar hazırlıyor vs..
Burada ilk göze çarpan herkes kişisel reklamını yapmaya çalışıyor. Internet kişinin kendini bir marka haline getirebilmesi için en kolay ortam. Özellikle sosyal ağların artması ile birlikte insanlar en büyük yatırımı markalaşmaya yapıyor. Farkında mısınız bilmiyorum ama eskiden rumuz (nick) kavramı vardı, kimse Internet ortamında forumlarda, chat ortamlarında gerçek ismini paylaşmazdı. Ancak günümüzde Sosyal Ağlar üzerinde bırakın isim paylaşmayı nereye gittiğimizi, ne yediğimizi hem de resimli olarak paylaşır olduk.
Blog’lar üzerinde insanlar normalde basılı bir dergi içeriği kalitesinde bilgileri ve görselleri milyonlara ücretsiz dağıtır oldu.
Ayrıca yıllardır özendikleri Dergi yazarlarına, TV programcılarına da ulaşmanın kolay bir yolunu bulmuş oldular. Artık onlar da bir yazar, bir yapımcı veya bir araştırmacı gibi konumlandırılabiliyorlar.
Peki, neden markalaşmaya gidiyoruz?
Artık bir kağıda basılı CV firmalar için çok bir şey ifade etmemeye başladı, eleman alırken o kişinin sosyal hayatı, dolayısıyla Facebook, Twitter gibi ortamlardaki aktiviteleri, varsa blog’lardaki fikirleri çok daha önemli hale geldi. Kendi işini yapan insanlar için de aynı şey geçerli siz ne kadar marka olursanız o kadar çevre ediniyor ve ürününüzü pazarlarken daha fazla ciddiye alınıyorsunuz.
Sonuç olarak insanlar, marka olmak beklentisi ile ellerinde ne var ne yok Internet’e döküyorlar. Bazıları bunun sonucunda markalaşırken, Internet kullanıcıları da bedava içeriğin keyfini çıkarıyorlar.

14 Temmuz 2009 Salı

Sonunda İçerikler Dağıldı

Yıllardır süre gelen bir alışkanlık son zamanlarda ciddi bir şekilde tersine döndü. İçerik üreticileri yani büyük stüdyolar ve yapımcılar bundan 5 – 6 yıl öncesinde içeriklerini Internet’e koymaya bile sıcak bakmıyorlardı. Onlara göre Internet güvensiz bir mecraydı çünkü.
Koymaya karar verdikleri içerikleri de ancak kendi platformlarında yayınlıyor ya da ITunes gibi mecralarda büyük anlaşmaların ardından boy gösteriyorlardı. Amaç TV’de veya sinemalarda yayınlanan içerikleri sonrasında Internet üzerinden de satarak ek bir gelir kazanmaktı. Aradan geçen yıllarda bu işin hiç de öyle olmadığı anlaşıldı. Kimse elini cebine atım içeriğe para ödemiyordu.
Bunun sonucu olarak yapımcılar yine kendi sitelerinde ABC örneğinde olduğu gibi dizilerini TV’de yayınlanır yayınlanmaz, izletmeye başladılar, tabi ki bedava olarak ve başına reklam alarak. Aslında önceki modele göre başarılı bile oldular. Daha fazla trafik çektiler, reklamdan kazan elde etmeye başladılar ancak yine de büyük bir sorun vardı, artık Internet değişmişti, insanlar Internet’i Sosyal Ağlar üzerinden takip ediyordu. Bu nedenle sitelerine trafik çekmek çok kolay olmadı, özellikle Facebook gibi sitelerin neredeyse Video paylaşım platformuna dönüştüğü ortamda insanlar zaten kendilerini oyalayacak yasal veya yasal olmayan içeriklere rahatça ulaşabiliyor ve bunları çok kısa sürede binlerce kişiyle paylaşabiliyordu.
Tüm bunların sonucunda yeni bir kavram ortaya çıktı “Content Syndication”. Aslında tam Türkçe karşılığını oturtamadım ama “İçerik Paylaşımı” diye biliriz. Bunun en güzel örneğini Hulu.com gerçekleştirdi. Eskiden elindekini paylaşmayan stüdyoları elindekini dağıtmaya ikna etti ve Hulu.com’u Sosyal Ağlara açtı. Artık Hulu.com da bir dizi seyrediyorsanız bunu Facebook’taki arkadaşlarınızla paylaşabiliyorsunuz.
Facebook üzerinde yine Hulu.com’a ait olan Video Oynatıcı gözüküyor. Başında yine Hulu.com’da olduğu gibi reklam videosu dönüyor ve ardından içeriği izliyorsunuz. Her şey sonuna kadar yasal. Nihayet içerik üreticileri ve dağıtıcıları eski amaçlarına geri döndü, hazırladıkları web sitelerine değil, içeriklerine trafik almaları gerektiği akıllarına geldi.
Bu yöntem ne kadar başarılı olur zaman gösterecek ancak yine de bugüne kadar Internet üzerinde düşünülmüş video dağıtımı konusunda ayakları yere basan ilk model gibi duruyor.