23 Eylül 2010 Perşembe

Kısalan Süreler

İçeriğin tüketici alışkanlıklarına uyum sağlaması şart.

Internet medyası, ilerde filmlerin, dizilerin ve diğer programların bugünden çok daha kısa olmasının temellerini bugünden atmaya başladı. Ülkemizde en azından TV alanında tam tersi işliyor olsa bile, özellikle sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar sayesinde artık saatlerce bir programı izlemek yerine insanlar önemli kısımlarını kısa klipler halinde izlemeyi tercih ediyorlar.
Halen reklam alma kaygısıyla bir dizinin üç saat sürdüğü ülkemizde bu belki biraz garip gelebilir. Ancak yıllar önce tek kanallı dönemlerde veya internet benzeri farklı mecralar olmadığı zamanlarda, boş vakitlerini geçirmek için izleyiciler TV karşısına geçip yatana kadar ne varsa izliyorlardı. Kitap okuma alışkanlıklarının olmaması, farklı hobilere yönelmek gibi bir çaba da sarfedilmemesi sonucunda yıllardır saatlerce tek taraflı bir izlemeye maruz kalındı.
Günümüzde internetin gelişmesi ve bağlantı hızlarının artması sonucu artık video içeriklerine erişim çok kolay hale geldi. Tabi günümüz insan profili artık bir konuya uzun süre konsantre olamıyor, aynı anda birçok şeyi yapmayı seviyor ve yalnız kalmak yerine paylaşmaktan hoşlanıyor. Bunun sonucu olarak saatler süren programları seyretmek yerine en önemli anlarını takip ediyor, arkadaşları ile paylaşıyor, kısa hazırlanmış içeriklere yöneliyor.
YouTube'un da buna etkisi büyük diye düşünüyorum. Özellikle kapasite sorunu yaşamamak için YouTube içeriklerin 5 dakika, 10 dakika gibi sürelerle sunulmasına izin vermiş, böylece insanların bu süreye sığmasını sağlamıştır. Bu da tabi ki yeni bir alışkanlığa yol açmıştır. Zamanında sayfalarca mektup yazan insanlar nasıl ki 160 karaktere sığarak SMS ile derdini anlatmaya başlamış ise, 10 dakikalık bir video izleyerek de alması gereken mesajı almayı öğrenmiştir.
Artık akşam programı biraz TV, biraz Facebook ve paylaşılan videolara göz gezdirme, biraz Tweeter'da mesaj okuyup yorum yazmak, biraz müzik dinlemek, biraz mesaj yazmak gibi küçük dilimlere ayrılıyor.
Sanırım yapımcıların da bunu dikkate alarak içerik hazırlaması gerekiyor.

HTML5'in getirecekleri

HTML5 ile Flash arasında yeni bir savaş mı başlayacak?

Bu hafta önümüzdeki dönemde çok sık duyacağınız yeni bir kavramdan bahsetmek istedim. Bir süredir zaten duyulmaya başladı. HTML5 aslında HTML standartının yeni sürümü olacak. Bize sunacağı en önemli özelliği ise, daha önce 3. Parti eklentilere ihtiyaç duyulan video desteğinin artık direk HTML5 içerisinde desteklenmesi.

Artık HTML kodu içerisinde yeni eklenen

4. Boyut

Film izleme keyfi nereye koşuyor?

Geçtiğimiz haftalarda iki farklı teknolojiyi yakından görme ve inceleme fırsatım oldu. Birincisi 3 Boyutlu TV'lerde 3 boyutlu hazırlanmış bir çizgi filmi izlemek, ikincisi ise özel hazırlanmış bir sinemada 4 boyutu, yani diğer duyu organlarımıza da dokunan koku veya su gibi efektlerle süslenmiş bir filmi izlemek.
Öncelikle 3 boyutlu TV özel gözlükleri ile birlikte izlenince gerçekten inanılmaz bir deneyim sunuyor. Bugün için fazla bir içerik olmamasına rağmen aynen HD'nin yaşadığı süreç gibi bir süre sonra artık standart haline gelecek.
Şu anda sinemalarda gösterilen özellikle çizgi filmlerin tamamına yakını 3 boyutlu bir keyif sunuyor, evde ise izlediğimiz aynı filmlerden bu keyfi çok fazla yaşayamıyoruz. İşte 3 boyutlu TV'ler bu keyfi evlerimize taşımamızı sağlayacak. Gerçi hala özel gözlükleri takmak ve özel filmler gerektiriyor. Bu sene SK Telecom firmasının bir şovunda gerçek zamanlı olarak normal yayınlanan bir kanalı 3 boyutlu hale çeviren bir sistem tanıtmıştı. Bu sistem halen prototip aşamasında olsa da gerçekten gayet başarılı olarak çalışıyordu.
Bu gibi ürünler sayesinde 2 boyutlu hazırlanmış içerikler de hızlı bir şekilde 3. boyuta taşınabilecek. Tabi paralel olarak Sinema salonları da boş durmuyor. Filmlerin içerisinde yaşanan tüm aksiyonu izleyicilere de yansıtıyor. Örneğin yangın sahnesinde yanık kokuları salona yayılırken, rüzgarlı bir sahnede içeride esinti başlıyor, hatta batan bir gemiyi izlerken ıslanmanız mümkün.
Tüm bu özellikleri şimdilik devreye almak kolay değil. Özel sinema salonları ve özel filmler gerekiyor. Ancak artık bunları gerçekleştirmek eskisi kadar zor değil. Böyle bir çizgi filmi seyreden kızımın aldığı keyfi görünce ilerde sinema salonlarının daha eğlenceli bir hale geleceğini tahmin etmek çok kolay oldu.

Media Center, Tivibu ve sonrası... (3. Bölüm)

İnternet yayıncılığı konusunda ülkemizde ciddi ilerleme var.

İnternet yayıncılığı konusunda ülkemizde özellikle son 3-4 yıldır ciddi bir ilerleme var. Özellikle genç nüfus ve Internet kullanımının artmasıyla birlikte hem büyük şirketler, hem de küçük oluşumlar internete yatırım yapmaya başladı.
Şu anda yerel içeriğe baktığımızda artık internete özel içerik üreten birçok firmaya rastlıyoruz. Bunların bir kısmı aradan sıyrılıp büyük anlaşmalar yaparak varlıklarını sürdürmeyi başarmış durumda. Bazıları ise halen emekleme aşamasında olup, belki ileride bu mecranın medya devi olmaya hazırlanıyorlar.
Bu konuda özellikle öne çıkan birkaç proje var. Uzman.tv ve Televidyon bunlara en iyi örnek. Sektörün desteği, özgün içerikler ve teknolojiyi yakın takip bu projelerin başarılı olmasını sağladı. Bunlar işin aslında daha birinci fazını tamamlamış durumdalar. Markalarını oluşturdular, reklam almaya başladılar, büyük markalarla iş birliği yapıyorlar. Ancak asıl iş bundan sonra sürekliliği sağlamak. Geleceğin medya devi olmaya aday olmak için çalışmak gerekiyor.
Evet, gelecek tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Pazarın iki oyuncusu var. Kim daha şanslı göreceğiz. Bir tarafta yeni mecraya açılmak için uğraşan mevcut geleneksel medya üzerinde çalışan büyük holdingler, diğer yanda ise tamamen çevirimiçi medya üzerine kurulmuş şirketler.
Benim görüşüm, büyük holdingler, her ne kadar içlerine yeni medya ekipleri oluştursalar da iç dengeleri nedeniyle küçük rakipleri kadar esnek ve dinamik olamazlar. Bu sektörün en önemli özelliği sürekli değişmek ve ilerlemek olduğu için yavaş hareket eden malesef geç kalıyor. Amerika'da bunun örnekleri çok net görülüyor. Büyük medya kuruluşları yeni mecraları yakalayamadıkları durumda, gidip bu işin içinden doğan şirketleri satın almaya çalışıyorlar. Almayı başardıklarında da sonuç genelde hüsran oluyor. Bunun en önemli sebebi satın aldıkları şirketi kendilerine benzetmeye çalışmaları.
Sonuç olarak yavaş yavaş gelişen bir sektörü çok dikkatli izlemek gerekiyor. Geleceğin medya devlerinin doğumlarına şahit oluyoruz belki de.

3 Haziran 2010 Perşembe

Media Center, Tivibu ve sonrası... (2. Bölüm)


Geçen hafta başladığımız yazı dizisinde bu hafta Tivibu ile ilgili bilgileri paylaşmaya çalışacağım.


Tam yazıya başlarken BBC Iplayer ile ilgili bir haber düştü e-postama. Özellikle Tivibu ile ilgili bahsetmek istediğim bir konu ile ilgili olduğu için öncelikle bu haberi paylaşmak istiyorum.

BBC uzun zamandır izleyicilerine sunduğu iPlayer uygulamasının yeni sürümünün duyurusunu yapmış. Bu yeni sürümün en önemli özelliği ise sosyal medya entegrasyonu gibi gözüküyor. Facebook ve Twitter ile entegre çalışan uygulama yine bu mecraların paylaşma ve tavsiye etme özelliklerini kullanıyor. Bu iş birliklerini diğer sosyal medya siteleriyle de genişleteceklerini paylaşmışlar.

Aslında bu çok önemli bir adım. Hatta benim Tivibu ile ilgili yapmak istediğim kişisel yorumlarımın da merkezini oluşturuyor. Ancak öncelikle Tivibu'ya bakalım.

Tivibu, Microsoft Silverlight teknolojisi ile geliştirilmiş bir platform. Bu sayede birçok yenilikçi özelliği de içerisinde barındırıyor. Örneğin http streaming üzerinde yayın yapabiliyor, dinamik bant genişliği sayesinde bağlantı hızınıza göre yayını adapte edebiliyor, kayıt özelliği sayesinde durdurup geri alabiliyorsunuz, menü geçişlerini ve yayın akışlarının görselliği şık. Bu ve benzeri birçok özellikle gelen Tivibu, tabii ki Türk kullanıcıları için gayet ilgi çekici bir uygulama haline geldi.

İçerisinde birçok kanalı barındırması, fiyatının uygun olması nedeniyle bir anda 100 binlerin üzerinde aboneye ulaştı. Tüm bu özellikler tabii ki yeterli olmayacak. İzleyiciler ilk tecrübelerini yaşadıktan sonra tekrar diğer mecralara kaymaya başlayacaklar.
Bunun en önemli sebebi ise, artık Internet üzerinde bir video yayın işi yapıyorsanız bunun sosyal paylaşım bacağını da düşünmek zorunda oluşunuz. Tivibu ve benzeri servisler bu entegrasyonu başarıyla gerçekleştirdikleri zaman gerçek ve kalıcı müşteriye kavuşabilecekler.

Artık televizyon izleyicisi de izlediği programı aynı anda izleyen arkadaşlarını ekranın yanında görmek, onlara mesaj atmak, programı veya dizi yorumlamak, arkadaşlarıyla paylaşmak istiyorlar. Bu nedenle TTNET, Tivibu'nun yeni versiyonlarında bu uygulamaları da düşünmek zorunda. BBC, bunu geç te olsa farketmiş ve yeni sürüm içerisine en azından Facebook ve Twitter'ı eklemiş durumda.

Sosyal medyayı en yoğun kullanan ülkelerden biriyiz. Bu trafiği kullanmak ve ondan fayda elde etmek isteyen tüm yayıncıların projelerinin içerisinde mutlaka düşünmeleri gerekiyor.

Media Center, Tivibu ve sonrası... (1. Bölüm)



Türkiye'deki dijital yayın sektörünü incelemeye başlıyoruz.


Türkiye'deki dijital yayın sektörünü incelemeyi hedeflediğim bu yazı dizisinde yeni servisleri, Pazar eğilimlerini ve gelecek ile ilgili fikirlerimi paylaşmayı düşünüyorum.

Ülkemizde son zamanlarda özellikle medya ve telekom sektöründe iki önemli eğilim var: Web TV ve iPhone üzerinden yayın. Öncelikle Web TV tarafındaki gelişmelere bakarsak, Microsoft'un Windows 7 lansmanı ile birlikte Türkiye biraz geç de olsa Media Center uygulamaları ile tanışmaya başladı.

Şu anda Doğuş Grubu, NTVMSNBC Uygulaması ile Media Center içerisinde ciddi bir trafik çekiyor. 3 TV, 2 radyo kanalı bulunan bu uygulama içerisinde insanlar hem yayın akışlarına bakabiliyor, hem canlı kanalları izleyebiliyor, hem de NTVMSNBC içerisinde bulunan haberlere ulaşabiliyorlar. Bunun yanında Power Media Grubu yine radyo ve TV kanallarıyla Media Center içerisinde yer aldı. Son olarak Spectrum Media Grubu'nun JoyTurk, JoyFM gibi radyo kanalları Windows 7 PC'ler içerisinde hazır yüklü olarak gelmeye başladı.

Dünyada uzun zamandır bu tip uygulamalar yaygın bir şekilde kullanılıyor. Microsoft Türkiye ekibi de bu konuda yoğun bir çalışma yaparak Windows 7 ile birlikte bu hizmeti müşterilerine ulaştırmaya başladı. Artık satın aldığınız bilgisayarlar içerisinde tüm bu içeriklerin çalıştığı uygulamalar hazır yüklü olarak geliyor. Milyonlarca PC'ye bir anda dağılabilen bu hizmet hem içerik sağlayıcılar için çok önemli bir mecra, hem de son kullanıcılar için güzel bir servis.

Media Center uygulamasının önemli özelliklerinden biri de Windows tarafından sağlanan uzaktan kumandalar ile kullanılabiliyor olması. Böylece bilgisayarınızı LCD TV'nize bağlayarak tüm bu içeriklere uzaktan kumandanız ile erişmeniz mümkün. Hatta XBOX kullanıyorsanız, Media Center uygulamaları XBOX ile tamamen uyumlu olarak çalışıyor.

Görüleceği gibi yıllardır Office uygulamaları ile ön plana çıkan Microsoft, artık medya alanına da ciddi anlamda ilgi duymaya başladı. Medya kuruluşları ile yaptığı bu tip çalışmalar sayesinde de evimizdeki Windows 7 PC'leri bir Internet TV platformuna çevirmeyi hedefleyen Microsoft, 2010 içerisinde yeni projeleri de bu platforma dahil edeceğe benziyor. Çok yakın zamanda aylık abonelik ile çalışacak olan bir yabancı dizi ve film portalı da tüm Media Center PC'lere yüklenmiş olacak.

Peki pazarın asıl oyuncuları neler yapıyor? Bunun cevabını da haftaya vermeye çalışacağım.

Gevezeliği severiz

Milletçe severek kullandığımız teknolojilerin hepsinin ortak özelliği sohbet, muhabbet.


Son zamanların yeni gözdesi Friendfeed'in ülkelere göre dağılımını gösteren raporlara baktığımızda dünyada en çok Friendfeed kullanan ikinci ülke olduğumuz ortaya çıkıyor. Facebook tarafında da durum aşağı yukarı aynı.

Aslında buradan çok güzel bir analiz yapmak mümkün. Daha önce de bahsetmiştim teknolojiyi yoğun kullanan bir milletiz, ama tabii ki işimize geldiğinde. Cep telefonu, SMS, ICQ, MSN, Facebook ve son olarak Friendfeed. Hepsinin ortak özelliği sohbet, muhabbet.

Biz sohbet etmeyi çok seviyoruz. Evde yalnız oturmak yerine kahveye gidip sandalye tepesinde oturarak saatlerce sohbet etmeyi tercih ederiz. Yalnız başına maç seyretmek yerine kalabalık kafelerde izlemek daha çok hoşumuza gider. Esnaf güzel havalarda dükkanının önüne sandalyeleri çeker bütün gün sohbet eder.

Internet ve yeni teknolojiler bizleri değiştiriyor ama genlerimize dokunamıyor. Belki kahvede oturmuyoruz ama bilgisayar veya telefon başında saatlerce konuşuyor veya yazışıyoruz. Avrupa ülkelerinde insanlar daha fazla bireysel yaşarlar, iletişimleri daha kısıtlı ve amaç dahilindedir. Bizim için konuşmak, sohbet etmek için bir amaca ihtiyaç yoktur, amaç zaten sohbet etmektir.

Bu nedenle iletişim içeren tüm teknolojiler, diğer teknolojilere göre çok daha hızlı bir şekilde yaygınlaşır bizde. Hemen kabullenir ve adapte oluruz. Gelecekte bunun farkına varan şirketler çok daha başarılı olacaktır. Ürünlerini, servislerini ve kampanyalarını bu doğrultuda hazırlayanlar mutlaka halka kendini daha kolay kabul ettirecektir.

Sonuç olarak milli içkisi bile sohbetsiz içilemeyen bir milletiz. Ne mutlu bize.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Şimdi moda 3D


Avatar filmi ilk çıktığında filmin konusunda çok 3 Boyutlu olması ön plana çıktı. Etrafımızda birçok kişinin Avatar’ın 3 Boyutlu olmasından çok etkilendiğini gördük. Hatta çoğunluk hayatında ilk defa 3 Boyutlu filme gidiyordu. Hatta gittiğim sinema salonunda bile film başlayınca insanlarda şaşırma tepkileri sıkça duydum.
Aslında 10 yaş altı çocuğu olan bizler için bu çok da yeni bir teknoloji değil. Neredeyse son zamanlarda çekilen tüm animasyon filmler 3 Boyutlu olarak hazırlanıyor. Hatta çocuklaı eğlendirmek için üzerinize köfteler yağıyor, köpek balıkları burunlarını uzatıyor, aslanlar üzerinize atlıyor.
3 Boyutlu film konusunda kişisel olarak en çok etkilendiğim ise U23D oldu. U2 konserini muhtemelen stadyumdakilerden daha detaylı, daha yakın ve daha etkileyici olarak izledik. İnanılmaz bir deneyimdi Bono’nun mikrofonu salona doğru uzatması.
Bundan önce sinema ile ilgili yazdığım yazıda da belirtmiştim. Sinema insanları salonlara çekmek için her türlü teknolojik nimetlerden yararlanıyor. Ancak TV üreticileri de boş boş oturmuyor. Daha LED TV’ler yeni yeni yaygınlaşmaya başlamışken gözlük takmadan evimizdeki salonumuzda 3 Boyut deneyimini yaşamamızı sağlayacak teknolojileri duymaya başladık.
Geçtiğimiz haftalarda bu konuda iki önemli gelişme yaşandı. Amerika’nın en önemli spor kanalı ESPN ve Belgesel kanalı Discovery Channel, 2010 içerisinde 3 Boyutlu kanallarının yayınına başlayacaklarını duyurdular. ESPN, 3D kanalının lansmanını da 11 Haziran’daki Dünya Kupası maçları ile yapmayı planlıyor. Futbol maçlarını 3 Boyutlu seyretmek gerçekten çok önemli bir izleyici deneyimini sunacak gibi gözüküyor.
Discovery Channel ise Sony ve IMAX ile işbirliğine gitti. Çıkacak kanalın içeriğini halen açıklanmadı ancak 24 saat 3D yayın yapacağı söyleniyor.
Eğlence teknolojilerinde yeniliklerin sonu yok gibi gözüküyor. 2010 yılının en önemli gündemlerinden biri muhtemelen 3D teknolojileri olacak. Özellikle sinema salonlarında büyüklere yönelik de birçok 3 Boyutlu filme rastlayacağız gibi duruyor. TV tarafında ise ESPN ve Discovery kanallarının başarıları diğer ülkelerdeki kanal sahipleri için de önemli bir referans olacak gibi gözüküyor.
Digiturk bu kadar yüksek rakamları harcadıktan sonra belki de daha fazla abone çekmek için Ligtv 3D kanalının lansmanını yapar. Neden olmasın....

Futbol teknolojiye soğuk


Teknoloji hayatımızın her alanına artık ayrışamayacak kadar girmiş durumdayken, hayatımızın bir diğer öneml i unsuru olan futbol da teknolojiden mümkün olduğunca uzak duruyor.
Teknoloji birçok spor dalında ciddi ilerlemeler sağlamışken, futbol bundan yetmiş sene önce nasılsa hala aynı şekilde. Tabi burada yayın teknolojilerini ayırmak gerekiyor. Günümüzde HD yayın kalitesi ve gelişmiş kameralar sayesinde evimizde oturup maçları sahanın içindeymiş gibi keyifle seyredebiliyoruz. Tekrarları superslowmotion kameralarla en net şekilde inceleyip karar verebiliyoruz, özel yazılımlarla ofsayt çizgileri görebiliyor, topun çizgiyi geçip geçmediğine karar verebiliyoruz.
Ancak baktığımızda saha içinde oynanan futbol tamamen teknolojiden arınmış durumda. Hakemlere kulaklık verilmesi, kollarına alıcı takılması gibi sembolik yenilikler yapılsada hala kararlar bir kişinin anlık insiyatifine bırakılmış durumda.
Diğer spor dallarına bakınca birçok leri teknoloji uygulamaları ve ürünleri yoğun olarak kullanılıyor. Tenisi ele alalım, maç sırasında topun içeride mi dışarı da mı olduğu 3 boyutlu bilgisayar modellemeleri hakem tarafından incelenerek karar veriliyor. Basketbol, detaylı istatistik ve analizlerle sporcuların tüm performansının izlenmesini sağlıyor. Formula1, zaten baştan aşağıya teknoloji ile iç içe.
Futbol açısından bakacak olursak aslında yapılacak birçok teknolojik çalışma sayesinde daha akıcı, daha tutarlı ve daha adil bir mücadele elde etmek mümkün. Futbol topuna konulacak alıcılar, kale direklerine yerleştirilecek mini kameralar, maçlarının eş zamanlı 3 boyutlu olarak bilgisayarda simüle edilmesi gibi birçok şey yapılabilir. Bu sayede hakem kararlarında ki hata payı minimum hale getirilebilir.
Tüm bunlar yapılabilir ancak acaba bunu istiyor muyuz? Biz futbol seyircileri hangisini tercih ederiz? Sanırım futbol seyircisi zaten futbolun bu sadeliğini, teknolojiden uzak insani yönünü seviyor. Hatta hayatımızın her yerine işlemiş bu gelişmelerden kopmamızı, sadeliği yaşamamızı sağlıyor. Sahada 22 kişi üzerlerinde herhangi bir elektronik malzeme olmadan tamamen kendi fiziksel eforları ile koşturup duruyorlar.
Sanırım ben de bunu seviyorum. FIFA’ya futbolun içerisine mümkün oldukça az teknoloji soktuğu için teşekkür ederiz.

Sinema Dokuz Canlıdır

Herhalde hayatımız boyunca en çok duyduğumuz yorumlardan biri sinema salonlarının ömrünü doldurduğudur. Ben çocukken de bunu duyardık, aradan otuz küsür sene geçte hala bunu duyuyoruz. Peki izleyiciler sinema salonunda film seyretmeyi bıratılar mı?
Yıllar önce sadece sinema salonları vardı. Önemli maçlar bile buralarda yayınlanırdı. Sonra televizyon çıktı ve herkes sinemaların kapanacağını, artık herkesin evinde film seyredeceğini düşünmeye başladı. Sonuç televizyonlar siyah beyaz yayın yaparken sinemalarda renkli film izlenmeye başlandı ve tekrar salonlar doldu.
Aradan yıllar geçti televizyonlar renklendi ve hemen ardından video kasetler çıktı, tabi yine sinema salonlarının zarar edeceği düşünülmeye başladı. Ardından dolby ses kalitesi geldi ve salonlar yine kaliteli ses sistemleri ile film seyretmek isteyenlerce doldu.
Ardından ev sinema sistemleri, 5.1 ses düzenekleri, devasa LCD ekranlar yaygınlaşmaya başladı ama sinemanın buna cevabı yine sert oldu ve 3D, IMAX vs. gibi üç boyut teknolojileri yaygınlaşmaya başladı. Son zamanlarda özellikle dikkatimi çekiyor neredeyse animasyon filmlerin tamamı ve birçok aksiyon filmi üç boyutlu olarak yayınlanmaya başladı.
Takip ettiğim kadarıyla sinema salonları yine izleyici kaybetmeden hayatlarını devam ettiriyorlar. Bundan sonrası için şöyle bir tahmin yürütmek de mümkün.
- Yakın zamanda evimizde de 3 boyutlu filmler seyretmeye başlayacağız.
- Sinema salonları buna yeni bir teknoloji ile cevap verecek.
Peki bu yeni teknoloji ne olabilir? Aslında şu anda eğlence parklarında gördüğümüz teknolojilerin tüm sinema salonlarına yansımasını görebiliriz. Örneğin film seyrederken koltukların filmdeki aksiyona göre sallanması veya hareket etmesi, filmdeki ortamlara uygun kokuların salona püskürtülmesi (savaş sahnesinde barut kokuları, deniz sahnelerinde İyot kokusu gibi), hatta hava üflenmesi, hafif su sıçratılması çok uzak değil diye düşünüyorum.
Sonuç olarak sinema dokuz canlıdır, müşteriyi kendisine çekmeyi yine başaracaktır.

Evden canlı konser izleme vakti


Web son yıllarda evrim geçirerek görsel bir mecra haline dönüştü. Video içerikleri yoğun olarak paylaşılmaya başladı. Youtube’da dakikada 20 saatlik içerik yükleniyormuş. Bu gelişmeler karşısında canlı içeriğin de Web’e kayması kaçınılmaz.
Öncelikle hangi canlı içeriklerin izleyiciler için önemli olduğuna bakmak lazım. Spor karşılaşmaları ve konserler canlı izlendiğinde izleyicinin daha çok ilgisini çekecektir. Spor karşılaşmalarını ayrı bir yazı konusu yapacağım, bugün burada konserlerden bahsetmek istiyorum.
Son zamanlarda, yurtdışında Internet üzerinden canlı konser yayınına ciddi bir ilgi oluşmaya başladı. Örneğin Youtube, geçtiğimiz haftalarda ilk canlı konser yayınını U2’nun Pasadena Rose’daki konserinin tamamını yayınlayarak yaptı. Konser alanında bulunan 100.000 kişiye ilave olarak Internet üzerinden 10 Milyon kişinin izlediği konser Youtube tarihinin en büyük etkinliği olmuş.
İlk online konser 1996 yılında yapılan Tibete Özgürlük konseriydi ve toplam 30.000 kişi seyretmişti ve MySpace üzerinden yayınlanmıştı. Tabi o zamanlar çok erken bir etkinlik olarak kısıtlı sayıda bir izleyici yakalamıştı. Ancak Youtube örneğinde olduğu gibi artık canlı konser yayını için izleyici beklentisi ve teknolojik gelişmeler uygun koşulları sağlamış durumda.
Ancak bu, tüm konserleri online olarak izleyeceğiz anlamına malesef gelmiyor. Teknoloji ve kullanıcı açısından herşey hazır olmasına rağmen en büyük sıkıntı telif hakları. Konser anlaşmaları online yayını kapsamıyor ve kapsaması istendiğinde organizatörlerin ciddi emek harcaması gerekiyor. Her teknolojik gelişmede olduğu gibi talepler arttıkça telif hakları tarafında da yeni düzenlemeler oluşacaktır.
Önümüzdeki dönemde Youtube, U2 benzeri konserleri online yayınlama planları yaparken, Billboard’da Billboard Live üzerinden Microsoft Silverlight teknolojisi ile canlı konserlere yer verme hazırlığında.
Canlı bir yayını izlemenin en önemli yanlarından biri etkileşimli servislerin kullanımı gibi gözükmekte. Sonuç olarak konser alanında bulunanlar kadar olayın içine girmek online izleyicilerin de hoşuna gidecektir. Örnek olarak konser esnasında online izleyicilerin mesajları dev ekranlarda gösterilebilecek, konserdeki grup ile ilgili hazırlanmış kişisel videolar aralarda yine ekranlardan paylaşılabilecek, hatta canlı oylamalarla online izleyicilerden gelen istek şarkısı çalınabilecek. Tabi en önemlisi online olarak konseri izleyen kişi istediği kamera açısını seçerek kendi rejisini kurgulayabilecek.
Ülkemizde de bu akımın yakın zaman da başlayacağını umut ediyorum. Özellikle konser veya festival sponsorları için daha geniş kitlelere ulaşma fırsatı sağlayacak canlı konser yayını, hem konsere gidemeyenleri sevindirecek, hem de reklam vereni.

Ben uzaylı mıyım?

Birkaç hafta önce belediye otobüsüne binme fırsatım oldu. Ben de trafiğin yoğun olacağını ve yolculuğun uzun süreceğini düşünerek yanıma film izleyebileceğim taşınabilir multimedia cihazımı aldım. Uzun yolculuklarda veya şehiriçi seyahatlerimde genelde müzik dinlemeyi tercih ettiğim halde bu sefer film izlemenin ilginç olabileceğini düşündüm.
Sonuç olarak otobüse bindim, ilk durakta binmenin getirdiği ayrıcalıkla rahat bir yere oturdum ve kulaklığımı takarak filmimi seyretmeye başladım. Müzik dinleyen veya kitap okuyan insanlara gösterilmeyen ilgi ve alaka bana gösterildi ve bir sürü şaşkın bakışın altında film izlemeye devam ettim.
Gençler olmasa da belli yaşın üstü yolculara çok garip gelmişti, hatta yanıma oturan 50 yaşlarında bir “amca” kulağımda kulaklık olduğu halde birşeyler sormaya başladı, tabi filmi durdurup kulaklığı çıkarttım ve sorusunu tekrar aldım. Merakla bunun TV yayını olup olmadığını, midemin bulanıp bulanmadığını sordu. Nazikçe cevaplayıp tekrar filme döndüm.
Sonuç olarak yolun nasıl geçtiğini anlamadan hatta sonuna yaklaştığım için trafiğin açılmaması için dua ederek gideceğim yere vardım. Sanırım otobüsteki birçok kişi için ilginç bir görüntüydü.
Bu anımı paylaşmamın sebebi aslında biz buralarda yeni medya, teknoloji diye yazığ çiziyoruz, iş hayatımızda birçok değişik projeyi hayata geçiriyoruz ama acaba çok dar bir çevreye mi hitap ediyoruz? Mesleğimden dolayı bana NASA’da çalışan bir Astronot gözü ile bakan akrabalar, komşular, otobüste film izleyen birine uzaylı muamelesi yapanlar bu ürettiklerimizi nasıl kullanacak?
Aslında bu kadar karamsar olmamak lazım. Nüfusun genç olması, teknolojiyi farkı amaçlar için kullanıyor olsak da yeniliklere çok hızlı adapte olan bir toplumuz. Başta garip gelen şeyler çok kısa zaman sonra hayatın bir parçası olmaya başlıyor. Hatta o teknolojiyi alıp kendimize adapte ediyoruz.
Bir anıyla başladım başka bir anıyla bitireyim. Geçen sene ofisimizi taşırken klima montajı için gelen usta ne iş yaptığımızı sordu. Elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık. Ağzımızdan cepten televizyon izleme lafını alır almaz elindeki telefonu bize gösterdi. İsviçre çakısı gibi bir telefona benzeyen bu alet sahip olduğu onlarca özelliğin yanında dahili bir anten ile normal tv yayınlarını da alabiliyordu. Açtı telefonu bir güzel bize izletti. Sonra dönüp duvarın yanlış yerini delmesine rağmen bu usta aklımızda Mobil TV’si ile kaldı. Hem de 3G’den bir sene önce.